* Fehmi Koru
Bazen öyle olur; önce bir haber veya yazıyla güne zihnimi toparlayarak başlarım, daha sonra karşıma çıkan bir başka haber veya yazı zihnimi tekrar dağıtır.
Dün de o günlerden biriydi.
Unutmuştuk, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hatırlattı: Türkiye Filistin ile İsrail arasındaki ihtilafı ‘iki devletli’ formül ile çözmek üzere devreye girmiş, bayağı mesafe de almıştı.
Ta 2007 yılında. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesinden kısa bir süre sonra.
Gazze’nin Erez bölgesinde ‘barış için sanayi projesi’ ile Türkiye İsrail’in de red edemeyeceği bir girişimi başlatarak Filistinlilere yeni bir ekmek kapısı açmıştı.
Cumhurbaşkanı Gül, bu hatırlatmaları, dünyanın her tarafındaki gazetelere servis yapan bir uluslararası haber ajansı aracılığıyla İngilizce bir yazıyla yaptı.
Yazısında bu hatırlatmaların ardından, Ankara’da kendisinin ev sahipliğinde gerçekleşen üçlü buluşmadan kısa süre sonra, Gazze’yi kara, deniz ve havadan ablukaya alma kararıyla, Ankara’da beliren umudu İsrail’in yok ettiğini de yazmış Cumhurbaşkanı Gül…
Hiç kuşkusuz, Gazze’de kadın-erkek, çocuk-genç-yaşlı ayırt etmeksizin katliama girişen İsrail’e arka çıkan dünya liderleri, Gül’ün yazısıyla yüzlerine tuttuğu aynada gördüklerinden hoşlanmayacaklardır.
İsrail’in savaş hukukuna aykırı eylemleri yazıda tek tek sıralanıyor: Gazzelileri elektrik, su ve gıda maddelerinden mahrum etme, meskûn mahalleri, hastaneleri, camileri, kiliseleri, okulları ve mülteci kamplarını hedef alma, Cenevre Antlaşması ile ek protokollarına aykırı eylemler…
Bunları ‘savaş suçu’ olarak tanımlıyor Cumhurbaşkanı Gül ve “Tarih bunların sorumlularına hesap soracaktır” diyor.
Ne yapılmalı?
Sorunun Gül’e göre cevabı açık: Her şeyden önce, kan dökülmesini durdurmalı, derhal ve şartsız ateşkes ilan edilmeli. Konuya samimi ve yapıcı yaklaşılmalı, etkin diplomatik çabalar sarf edilip güçlü bölgesel sorumluluk anlayışı hakim olmalı. [Bu arada, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres ile dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın barış yolundaki çabalarına vurguda bulunuyor.]
“Gazze’deki savaş, kurallar üzerine oturan uluslararası düzene bağlılığımızın da sınavıdır; şimdi eylemlerimizi uluslararası hukukun ahlaki pusulasına bağlı hale getirmemiz her zamankinden daha önemlidir” tespitiyle sona eriyor Cumhurbaşkanı Gül’ün yazısı.
Filistinli bakanın günlüğünden
Atef Abu Saif Filistin Yönetimi’nin kültür bakanı. Tanınmış bir edip, yayınlanmış altı romanı var. Gazze’de yaşıyor ve 7 Ekim sonrasında tanıklık ettiği olayları günlüğüne kaydediyor.
İngiliz Guardian gazetesi Abu Saif’in günlüğünden bazı bölümleri yayımladı.
Sabah saat 05.40’da bağırtılarla uyanıyor. “Sinyal geldi, internet de açıldı” diye bağırıyor biri. Uykulu ve rüya gördüğünü düşünüyor. Evinde kaldığı komşusu onu uyandırıyor. Eşi Hanna’yı telefonla aramasını söylüyor. “Telefon çalışıyor mu?” Komşusu başıyla onaylıyor.
İki gün boyunca haberleşemedikleri eşi aradığında mutluluktan ağlıyor.
Sokaklar insanla dolu. “Tıpkı bayram günü” diyor. Şifa Hastanesi’ne doğru aracını sürerken sahilden uzağa, güneye doğru giden insanlar görüyor. Kadınlar çocuklarını sırtlarında, eşyalarını başlarında taşıyorlar. Hepsi harp gemilerinin görüntüsünden uzaklaşma telaşında. İyi de nereye gidiyorlar? Gittikleri yönde de tanklar var.
30 Ekim Pazartesi
O gün İsrail askerleri Gazze’nin güneyinde bulunan Türk-Filistin Kardeşlik Hastanesi’ne saldırıyor. Saldırıdan beri kapalı olan bu hastanede kanser hastaları tedavi görüyor. Bir hafta kadar önce Şifa Hastanesi yönetimi bazı yaralıları oraya taşımayı düşünmüş. Eşinin kardeşi Hüda’nın kızı da yaralı hastalar arasında ama Şifa’dan ayrılmamış.
Hüda ilk haftaki saldırılarda sağ kalmış, fakat iki bacağı ile bir eli kesilmiş.
Günlükteki notlar daha ayrıntılı ve devam ediyor ama benim tahammülüm buraya kadar.
Cumhurbaşkanı Gül’ün yazısıyla zihnimi toparlamışken, aynı gün Abu Saif’in günlüğünde okuduklarım keyfimi iyice kaçırdı.
Vicdanı olmayan bir dünyada vicdanlı olmak çok zor.
* Bu yazı fehmikoru.com adresinden aynen alınmıştır.